istanbul escort | beylikdüzü escort | bahçeşehir escort | beylikdüzü escort | istanbul escort | beylikdüzü escort| beylikdüzü escort| esenyurt escort | istanbul escort |
Home » istanbul escort » O BENİM MELEĞİM – 9 –

O BENİM MELEĞİM – 9 –

O BENİM MELEĞİM – 9 -.

ESRA’DAN PARİN’E DAVET

iazeteleri satır satır okumuş, bulaşabileceği herkese bulaşmış, sonunda masasının başına geçmiş ve suratını asarak oturup kalmıştı. Böyle giderse tımarhanelik olmaktan korkup oyalanacak birşeyler bulmak için kafasını zorlamaya başlamıştı ki telefonu acı acı çaldı.

“Ben İsmail Parin, buyurun.”

“Merhaba İsmail, ben Esra, nasılsın?”

“Esra, nerelerdesin sen? Seni defalarca aradım, t el ese kre-terine not bıraktım, bir türlü haber çıkmadı.”

“Aradım ya niye şikayet ediyorsun?”

“Şikayet etmiyorum, sadece merak ettiğimi söylemeye çalışıyorum.”

“Merak edilmek güzel birşey doğrusu. Ben İstanbul dışın-dayım. Hiç kimseyi aramadan bir süre kafamı dinlemek istedim. Sonunda bu sabah evi arayıp telesekreterimdeki mesajla-n dinledim ve beni defalarca aradığını öğrendim. Doğrusunu istersen burada tek başıma sıkılmaya başladım. Güvenebileceğim birisiyle dertleşmek istiyorum. Gelebilir misin?”

“Dünyanın öbür ucu olsa gelirim ama orası neresi?”

“İznik’te bir villada kalıyorum. Göl kıyısında şahane bir yer. Burada birkaç gün geçirmeye ne dersin?”

“Allah derim, ne diyeceğim. Eve uğrayıp arabamı alır ve hemen yola çıkanm. Herhalde akşamüstü orada olurum. Senin için uygun mu?”

“Uygundan daha iyi, harika. Adresi vereyim mi?”

“Ver tabii, tamam yazıyorum.”

Telefonu kapatır kapatmaz soluğu Faruk Gülen’in yanında

abah erkenciydi Parin. Gazeteye en erken gelenlerden

irisi olmuştu. Bu yüzden de gün geçmek bilmiyordu.

aldı İsmail Parin.

“Eski dostum, ben kendi kendime bir hafta izin veriyorum. Bir itirazın var mı?”

“Hayrola, senin hırsızlarla uğursuzlar tatile mi çıktı?”

“Hayır ama bu ara hırsızlarla uğursuzlar hiç de yeni bir şey yapmıyorlar. Hiç yenilik yaratan kalmadı içlerinde. Ben de on-lan birkaç günlüğüne Ateş’e bırakabileceğimi düşündüm.”

“Görünüşe göre her şeyi hesaplamışsın, ne yapalım git bari.”

“Sağol dostum, seni sık sık aranm.”

“Aman kendini yorma, sen ortalarda olmayınca herşey daha iyi oluyor.”

“Unutma, bu arada senin yapmayı unuttuğun bazı şeyleri de yapacağıma eminim.”

“Aman kendine dikkat et, kendini sakatlayıp hırsızlarla uğursuzların üzülmesine sebep olma.”

“Sen beni merak etme dostum. Haydi eyvallah.”

“Haydi güle güle baş eşkıya.”

Parin bir anda ortadan yokoluvermişti. Eski dostunun hızı karşısında Faruk Gülen bile şaşınp kaldı.

PARİN’E SUİKAST GİRİŞİMİ

Daha güneş doğmadan Kıvırcık Rasim, Parin’in evinin önünde pusuya yatmıştı. Parin’in sabahın yedisinde evden fırladığını gören Rasim, o gün şeytanın kendisinden yana olduğunu düşündü. Parin, bir de arabasını almazsa gün doğacaktı Kıvırcık Rasim’e. Parin, kapının önünde şöyle bir gerinip arabasına doğru yürüdü. Ancak arabasının bagajından iki paket sigara alıp yoldan geçen bir taksiye atlayıp gitmeyi tercih etti. Rasim’e piyango vurmuştu. Parin’in Ford’unu açıp düz kontakla çalıştırması iki dakika bile sürmedi. Köşeyi döndüğünde kimsenin kendisini farketmediğinden emindi.

Kıvırcık Rasim doğruca Ayazağa yolundaki terkedilmiş bir kulübeye gitti. Burası dışardan metruk gibi gözükse de Kıvır-cık’ın her türlü mekanik cambazlığı yapabileceği bir atelyeydi. Kıvırcık, iki saatlik bir çabanın sonunda arabanın elektrik ve

fren sisteminde istediği değişiklikleri yapmıştı. En ufak bir sert harekette arabanın fren ve debriyaj sistemi devre dışı kalacak, en basit çarpmada araç alev alacaktı. Kıvırcık, Ford’u aldığı yere bıraktığında saat 11.00’i biraz geçiyordu. Rasim, operasyonun tamamlandığını San Hasan’a bildirebilirdi. İsmail Parin belasından kurtulmaları artık an meselesiydi.

Parin, arabasının kontağını çevirdiğinde saat 13.30’a geliyordu. Bir an hangi yolla gideceğini düşünen Parin, jet feribotla Yalova’ya geçme karan vererek Yenikapı’ya yöneldi. Şişhane’de yokuş aşağı yol alırken bir ara frenlerde bir gariplik hisseden Parin, bunun pek üzerinde durmadı.

Rahat bir deniz yolculuğunun ardından Yalova’ya varan Parin, hızla Bursa yoluna girdi. Ortıangazi’ye vardığında manzarası daha güzel olan güney yolundan gitmeye karar verdi. İznik yoluna sapar sapmaz manzara değişmiş, her tarafı kaplayan yeşil nefis bir görünüm almıştı. Ancak herşey Sölöz çıkışında değişti. Aniden önüne çıkan bir köpeğe çarpmamak için frene basan Parin, biranda aracın kontrolünü kaybetti. Frenler tutmuyordu. Durabilmek için yol kenanndaki bir ağaca çarpmayı seçti. Ne olup bittiğine bakmak için arabadan inen Parin, daha aracın önüne varmadan motordan yükselen dumanlan gördü. Araba yanıyordu.

Yangının söndürülmesi, ardından polis işlemleri derken Parin iyice gecikmişti. Bu arada Esra’ya haber vermeyi unuttuğunu hatırladı. Soluğu Sölöz postanesinde alan Parin, Esra’yı aradı.

‘İsmail, neredesin sen? Meraktan öldüm.”

“İyiyim Esra, ama az kalsın ölüyordum. Kefeni ucu ucuna yırttım.”

“Ölüyor muydun? Neler oldu?”

“Sölöz çıkışında bir köpeğe çarpmamak için fren yaptım ama frenler tutmadı. Durabilmek için bir ağaca yavaşça çarptım. Bu sefer de araba ateş aldı. Kendimi dışan zor attım, işte böyle Esra.”

“Neler diyorsun İsmail, doğru mu bunlar?”

“İnansan iyi olur canım, aynen anlattığım gibi oldu.”

“Hala Sölöz’de misin?”

“Evet”

“Bir yere kıpırdama, seni almaya geliyorum. Beni nerede bekleyeceksin?”

“Postanenin yanında bir kahve var, oradan al beni.” “Tamam, yanm saat içinde oradayım, bekle beni.”

“Hiçbir yere kıpırdamaya niyetim yok canım.”

YEDİ CANU PARİN rvırcık, ne oldu, hala bir haber yok mu gazeteciden?”

dac641730 1

“Yok patron, ama benim yaptığım iş aksamaz.”

“Emin misin?”

“Adım gibi eminim.”

“Haydi hayırlısı. Evi gözetleyen var mı?”

“Evet patron, Emin ve Bilal hedefi gözetliyor.”

“Bu adam bugün arabasını alır mı?”

“Bugün olmazsa yann alır patron.”

Aniden çalan telefon, Kıvırcık Rasim ve San Hasan’ın konuşmasını böldü. Hasan telefonu açtı.

“Aio, buyurun.”

“Patron ben Bilal.”

“Evet Bilal, neler oldu?”

“Beş dakika önce hedef arabaya bindi ve yola çıktı.” “Nereye gittiği belli mi?”

“Elinde bir çanta vardı, sanki birkaç günlük bir yolculuğa çıkıyordu patron. Levent’ten Beşiktaş istikametine yöneldi.”

“Yolculuğu biraz uzun sürecek Bilal. Artık gözetleme yapmanıza gerek kalmadı, görev bitti.”

“Anlaşıldı patron, biz işyerine dönüyoruz.”

“İsterseniz izin yapabilirsiniz.”

“Sağol patron, iyi günler.”

Telefonu kapatan San Hasan, Kıvırcık Rasim’e döndü: “Sisteminin işe yarayıp yaramadığını göreceğiz bakalım.” “Kesinlikle yarayacak patron, görürsün.” *

“Kendine fazla güvenme, bazı tipler yedi canlıdır.”

Sölöz’deki kahvenin önünde kırmızı bir Suzuki cip durdu. İçinde sanşın, dünya güzeli bir kadın vardı. Kahvedeki tüm başlar bir anda cipe yöneldi. Herkes, Sölöz’e gökten bir hurinin indiğini düşünüyordu.

Bir anda bakışlar yön değiştirdi. O ana kadar sessizce kahvede oturan yabancı, cipe yönelmişti. Bu adam o gün Sölöz çıkışında arabası yanan gazeteciydi. Kahvedeki tüm erkekler hızla İznik yönünde uzaklaşan cipin arkasından gıptayla baktılar.

KİMYAGERİN İŞİ BİTTİ

Kimyager, Beyoğlu’nun karanlık arka sokaklanndan birinde yürüyordu. Vakit geceyansını geçmişti. Üzerinde mal olmadığı için emniyetten paçayı kolay kurtarmıştı. Nezaretten çıkar çıkmaz kendini en rahat hissettiği yere, yani Beyoğlu’nun arka sokaklanna atmıştı. Şimdi de kafayı vurup uyumak için gecelediği izbe otele gidiyordu. Yatak arkadaşlan yine fareler ve hamamböcekleri olacaktı.

Ancak bu kez yanılıyordu. Son köşeyi döndüğünde kuvvetli bir el koluna yapıştı. Beklemediği bu hareket, kimyageri ser-semletmişti. İri yan güçlü kuvvetli bir adam gırtlağına yapışmış öldüresiye sıkıyordu.

“Demek bizim patronu üzer, gazetecilere gammazlarsın, öyle mi? Bunun yanına kalacağını mı sandın pislik?”

Kimyager cevap vermek istiyor ama gırtlağına yapışan pençe değil konuşmasına soluk almasına bile izin vermiyordu. Bir anda kamına buz gibi bir çelik parçasının girdiğini hissetti. Bu, birkaç kere tekrarlandı. Kimyagerin işi bitmişti. Gırtlağından bir hırıltı yükseldi ve yere yığılıp kaldı. Kimyagerin cesedini sabaha karşı işten izbe otellerine dönen pavyon konsomatrisleri buldu.

O, artık Beyoğlu polisinin günlük angaryalanndan birisiydi.

★★★

“İsmail, bana neler olup bittiğini anlatmayacak mısın?”

“Anlattım ya güzelim.”

“Ne zaman anlattın?”

“Canım telefonda telgraf gibi kısacık anlattın. Şöyle doğru dürüst anlatsana şu işi.”

“Bunun uzunu kısası aynı şey Esra. Tam Sölöz’den çıkarken önüme atlayan rtoğluite çarpmayayım diye frene bastım, frenler tutmadı. Fren pedalı tamamen boşalmıştı. Durabilmek için arabanın hızının biraz kesildiği bir anda yol kenanndaki ağaca çarptım, bu sefer de araba ateş alıp yandı. Tamir olabileceğini de sanmıyorum. Yangın bir anda bütün elektrik sistemine ve motora yayıldı. Arkadan da itfaiye köpük ve basınçlı suyu dayanınca iyice telef oldu benim Ford. Sözün kısası Sö-löz İtfaiyesi ve karakoluna iş çıkardık, hepsi bu.”

“Yani basit bir kaza mı?”

“öyle gözüküyor.”

“Sen mi safsın ben mi çok fesat düşünüyorum?”

“Bu da ne demek şimdi?”

“Şu San Hasan’ın işi olmasın bu kaza?”

“Yahu adam İstanbul’da, ben kazayı Sölöz’de yaptım. Nasıl parmağı olacak?”

“Bunlann eli kolu her yere uzanır.”

“Sen bir şeyler mi biliyorsun?”

“Bu kazayla ilgili bir şey bilmiyorum ama şüpheleniyorum.”

“Bilmece gibi konuşuyorsun.”

“Zaten seni buraya bu konulan konuşmak için çağırdım, ama bugün için bu kadar olay yeter, artık keyfimize bakalım, olur mu?”

“Olmaz mı hiç? Olur, bal gibi olur.”

“İyi o zaman, sıkı bir ziyafete hazırla kendini.”

“Ziyafetleri hiç kaçırmam.”

‘Tamam 9 zaman.”

Bu arada Iznik’e girmişlerdi. Esra, ezbere bildiği belli olan ara yollan kullanarak göl kıyısına çıktı. Sahil yolunun sağ tarafında bütün güzelliğiyle İznik Gölü uzanıyor, solda lokantalar, oteller ve villalar sıralanıyordu. Bu villalann birinin önünde durdular.

“İşte geldik İsmail.”

“Ne güzel yer bu böyle, senin mi?”

“Çok İyi bir dostunun öyleyse.”

“Yakın bir akrabamın.”

“Kim bu yakın akraba?”

“Sen de tanırsın, düşün biraz.”

Tanışalı birkaç gün oldu, akrabalannı nereden bileyim?”

“Bilirsin, bilirsin bal gibi bilirsin.”

“Bilemem, kesinlikle bilemem.”

“Biz kimin sayesinde tanıştık?”

“Avni’nin, Otçu Avni’nin.”

“Hani tanımazdın benim akrabalanmı?”

“Yani Avni senin akraban mı?”

“Amcamın oğlu.”

“Vay canına bayağı yakın akrabaymışsıntz.”

“Öyleydik, o yüzden beni kollardı.”

“İnanmakta güçlük çekiyorum.”

“İnansan iyi edersin çünkü doğru.”

“Şu akrabalık işini bana iyice anlatacaksın, tamam mı?”

‘Tamam.”

İsmail Parin duyduklanna inanmakta zorluk çekiyordu. Hiç beklemediği bir gerçekle karşılaşmıştı. Kırk yıl düşünse Otçu Avni ile Esra’nın akraba olabilecekleri aklına gelmezdi. Hayat sürprizlerle doluydu.

Parin, yanan arabasından kurtardığı çantasını aldı, Esra’yla beraber eve girdiler. İki katlı villa son derece keyifli döşenmişti. Alt katta geniş bir salon, Amerikan tipi açık mutfak, şömine vardı. Üst katta ise üç yatak odası ve banyo yeralıyordu. Üst kattaki odalardan birisi çalışma odası olarak düzenlenmişti. Bütün duvarlan kitaplık olan odada bir de bilgisayar vardı. Parin gözlerine inanamıyordu.

“Esra, bu kitaplar senin mi?”

“Çoğu Avni’nin. Burada okuyup yazmayı çok severdi.”

“İnanılır gibi değil, uyuşturucu mafyasının muteber adamı Avni demek ki bir kitap kurduydu.”

“Sen görünüşe bakma. Dış görünüm bazan çok aldatıcı olabilir. Avni, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmiş, Amerika’da işletme doktorası yapmıştı.”

“Öyle sayılır. Resmen benim değil ama yıllardır canım istedikçe kullanırım bu evi.”

Telefonda.”

“Benim elime düşen 77 canlı da olsa vız gelir patron.” Çalışma odasından şen kahkahalar yükseldi.

“Çok İyi bir dostunun öyleyse.”

“Yakın bir akrabamın.”

“Kim bu yakın akraba?”

“Sen de tanırsın, düşün biraz.”

Tanışalı birkaç gün oldu, akrabalannı nereden bileyim?”

“Bilirsin, bilirsin bal gibi bilirsin.”

“Bilemem, kesinlikle bilemem.”

“Biz kimin sayesinde tanıştık?”

“Avni’nin, Otçu Avni’nin.”

“Hani tanımazdın benim akrabalanmı?”

“Yani Avni senin akraban mı?”

“Amcamın oğlu.”

“Vay canına bayağı yakın akrabaymışsıntz.”

“Öyleydik, o yüzden beni kollardı.”

“İnanmakta güçlük çekiyorum.”

“İnansan iyi edersin çünkü doğru.”

“Şu akrabalık işini bana iyice anlatacaksın, tamam mı?”

‘Tamam.”

İsmail Parin duyduklanna inanmakta zorluk çekiyordu. Hiç beklemediği bir gerçekle karşılaşmıştı. Kırk yıl düşünse Otçu Avni ile Esra’nın akraba olabilecekleri aklına gelmezdi. Hayat sürprizlerle doluydu.

Parin, yanan arabasından kurtardığı çantasını aldı, Esra’yla beraber eve girdiler. İki katlı villa son derece keyifli döşenmişti. Alt katta geniş bir salon, Amerikan tipi açık mutfak, şömine vardı. Üst katta ise üç yatak odası ve banyo yeralıyordu. Üst kattaki odalardan birisi çalışma odası olarak düzenlenmişti. Bütün duvarlan kitaplık olan odada bir de bilgisayar vardı. Parin gözlerine inanamıyordu.

“Esra, bu kitaplar senin mi?”

“Çoğu Avni’nin. Burada okuyup yazmayı çok severdi.”

“İnanılır gibi değil, uyuşturucu mafyasının muteber adamı Avni demek ki bir kitap kurduydu.”

“Sen görünüşe bakma. Dış görünüm bazan çok aldatıcı olabilir. Avni, Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirmiş, Amerika’da işletme doktorası yapmıştı.”

“Peki nasıl oldu da mafyaya bulaştı?”

“Büyük holdinglerden birinde üst düzey yöneticiydi. Yoğun çalışma temposundan kurtulup ferahlamak için uyuşturucuya başlamış. Bu alışkanlık onu yıktı. 7-8 yıl önce işsiz kaldı. Uyuşturucu müptelası olduğu bilindiğinden iş bulamadı, uyuşturucuyu bulabilmek için mafyaya bulaştı. Zaten bir kısım satıcıyı tanıdığı için bu zor olmadı. Zeki olduğu için de mafyada çabuk yol aldı. Ama uyuşturucu beynini bitiriyordu. İki yıl kadar önce mafyanın işlerini aksatmaya başladı. Son bir yıl içinde de üç kere hapse girdi. Sonunu biliyorsun.”

Hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı genç kadın. Parin, Esra’yı kollannın arasına alıp kulağına fısıldadı:

“Bırak şimdi bunları sonra konuşuruz.”

“İyi olur, haydi gel sofrayı hazırlayalım.”

“Pekala, önüme düş bakalım.”

istanbul Sultangazi escort bayan

istanbul Sultangazi escort bayan

istanbul Sultangazi escort bayan

Bir yanıt yazın