O BENİM MELEĞİM-6.
PARİN GÖZLERİNE INANAMIYUHUU
Parin, telefonu kapattıktan 45 dakika sonra Borsa Lokan-tası’na ulaşmıştı. İçeriyi şöyle bir gözden geçirdikten sonra bara geçip oturdu. Nezaretten çıkar çıkmaz bu şık lokantada yemek yemek çok iyi gelecekti doğrusu. Kendine bir duble rakı söyleyen İsmail Parin, çevresini ve nefis Boğaz manzarasını seyrederek beklemeye başladı. Esra Kalkan-cı’yla sözleştikleri saatten on dakika sonra kapıdan giren dünya güzeli kız, bir anda Parin’in aklını başından alıverdi. Sanşın, yeşil gözlü, uzun saçlı, uzun boylu, balık etindeki bu kız, Parin’in akşamüstü rüyasında gördüğü ve seviştiği kızın tıpatıp aynısıydı. Parin gözlerine inanamıyordu. Genç kadın, etrafı gözden geçirdikten sonra kararlı adımlarla Parin’e yöneldi.
“Merhaba İsmail Bey, ben Esra Kalkancı.”
“Hoşgeldiniz, hoşgeldiniz, nasılsınız? Oturmaz mısınız?”
“Sizi biraz şaşırttım galiba?”
“Sizi ilk kez görüp de etkilenmeyecek bir erkek düşünemiyorum.”
“Her gördüğünüz kadına böyle iltifat eder misiniz?”
“Her zaman böyle güzel hanımlarla karşılaşmıyorum doğrusu.”
“Barda oturmaktansa bir masaya geçmeye ne dersiniz?”
“Siz bilirsiniz, buyurun.”
Az sonra cam kenannda, Boğaz’ın muhteşem manzarasını gören bir masaya yerleşmiş, siparişlerini vermişlerdi. İçkilerinden ilk yudumlannı alırlarken Parin konuya girdi.
“Esra Hanım, öncelikle şu emaneti size teslim edeyim. Buyurun, işte Avni’nin size vermemi istediği madalyon bu.”
‘Teşekkür ederim, size zahmet oldu.”
“Estağfurullah, hiç zahmet olur mu? Üstelik sizin kadar güzel bir hanımla tanışmama neden olduğu için Avni’ye teşekkür borçluyum.”
Gülümseyen genç kadın, madalyonu iyice inceledikten sonra Parin’e sordu:
“Avni size başka bir şey, bir not filan vermedi mi?”
“Hayır Esra Hanım, zaten içinde bulunduğumuz durum pek fiyle not fHan yazmaya müsait değildi. Bunu kolayca takdir edersiniz sanrım.”
“Haklısınız, pek normal bir ortamda karşılaşmadığınız ortada”
“öyle, pek özienecek bir yer değildi.”
“Avni oralarda uzun kalır mı?”
“Çftmaaı pek kolay olmayacak sanırım. İld kilo uyuşturucuyla yakalandığa söyledi bana.”
“Öyleyse işi biraz zor.”
“Maalesef öyle gfci görünüyor.”
Genç kadının gözleri buğulanmıştı. Bir süre konuşmadan oturdular. Bu arada madalyonu kurcalamayı sürdüren Esra, birdenbire madalyonun açıldığını farketti. Madalyon, zincirin birleştiği noktaya basılınca açılan cinstendi ve kapaklann içine fotoğraf yerieştirilebHiyordu. Gerçi içinde fotoğraf yoktu ama küçük bir not çıkmıştı. Genç kadın notu okuduktan sonra madalyonla beraber çantasına attı. Gecenin ilerleyen bölümünde ne Av-ni’den ne de çeteden bahsetmeye yanaşmadı Esra. Havadan sudan konularla geceyi tamamlayıp kalktılar. Bu arada birbirlerine isimleriyle hitap edecek kadar samimiyeti ilerletmişlerdi. Lokantadan çıktıklannda hava serinlemişti. Ne de olsa henüz Mayıs ayındaydılar ve yaz sıcaklannın bastırmasına zaman vardı.
“İstersen seni evine bırakayım Esra.”
“Gerek yok İsmail, arabam otoparkta.”
“Pekala, o zaman otoparka inelim. Benim arabam da orada.”
Büyük bir raslantı eseri olarak Esra arabasını İsmail’in arabasının yanına park etmişti. Genç kadın arabasına binerken İsmail sordu:
“Bir daha ne zaman görüşeceğiz?”
“Bilemiyorum İsmail, kafam çok kanşık. Kısmet olursa ileride ben seni aranm.”
“Pekala Esrafoi geceler.”
“Sana da”
İsmail, arabasının gaz pedalına basarken içinden, “Ben senin peşini biralar rrvyvn hiç güzelim? Bir id gün içinde aramazsam namerdim Yalnız uykuda mı beraber olacağa?” diyordu.
Ertesi sabah erkenden kalkan Parin, doğruca gazetenin yolunu tuttu. Topu topu bir gün ayn kalmıştı gazeteden ama bu kısacık süre bile özlemesine yetmişti gazeteyi. Eskilerin, bir kere mürekkep kokusunu alan bu işten kopamaz dediğini hatırlayan Parin gülümsedi ve “Ofsete, bilgisayar ek-lenefi mürekkep kokusu filan da kalmadı ama eskilerin bir bildiği vardır” diye söylendi.
Öğle saatlerine kadar herşey olağan akışı içinde akıp gitti. Parin tam yemek üstü kahvesini içerken telefonu çaldı.
“Alo, İsmail Abi, adliyede tam senlik bir iş oldu.”
“Şu senin adamın var ya, artık yok.”
“Oğlum, bilmece gibi konuşma, olan biteni söyle.”
“Şu senin nezarethane arkadaşın Otçu Avni var ya, öldürüldü.”
“Bugün savcıya ifade vermesi için adliyeye getirdiler. Koridorda beklerken tuvalete gitmek istediğini söylemiş. İçerde boş olan, daha doğrusu kapısı açık olan tek kabine girmiş. Aradan uzun süre geçip ne Avni ne de refakatçi polis ortada görünmeyince seninkiyle gelen ikinci polis merak edip tuvalete gitmiş. Bir de bakmış ki Avni’nin yanındaki polis yerde baygın kanlar içinde yatıyor. Kafasına sert bir şeyle vurulmuş, bayılmış. Avni de tuvalet kabininde kafasından tek kurşunla vurulup ölmüş. İşte bu kadar.”
“Bu nasıl iş oğlum? Tanık filan yok mu?”
“Yok abi. Herşey on dakika içinde olup bitmiş. Katilin bütün tuvaletleri bir şekilde kapatıp açık olan tek kabinde Avni’yi beklediği sanılıyor. Kaçarken de polisin kafasına vurmuş olmalı.”
“Şimdilik hayır, hastaneye kaldırdılar.”
Tamam, sen gel, haberini yaz, gerisini takip ederiz.”
Tuvalette baygın bulunan polis memurunun ifadesi de ola-